9 Ocak Cumartesi günü adadaki arkadaşlarım, gözyaşları eşliğinde beni Thong Sala’daki iskeleye kadar uğurladılar. Hepsine sarılıp vedalaşırken içlerinden en çok Barbara ile ayrılmak bana zor geldi. Bir aylık Koh Phangan macerasında birbirimize o kadar alışmıştık ki. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyor, birlikte gülüyor, ağlıyor, dans ediyor ve hayatı paylaşıyorduk. Bütün bu anıları başka maceralara yer açmak için iskelede bırakırken son bir kez dönüp el salladım iskelede kalan arkadaşlarıma. İçimde huzur ve biraz buruklukla yola çıkmaya artık hazırdım.
Koh Phangan-Bangkok arası 12 saat sürecek olan gece otobüsü ile adadan ayrıldım. Gece otobüsü müthiş konforlu ve keyifli, bütün yolu yatarak, uyuyarak geçirebiliyorsun. Gece otobüsü ile ilgili daha ayrıntılı bilgi edinmek isterseniz Tayland’ta Otobüs Yolculuğu yazımı okuyabilirsiniz.
Sabah uyandığımda Bangkok’a varmıştım. Ama Bangkok’tan Phnom Penh’e (Kamboçya’nın başkenti) giden direk otobüsü yakalayamayınca 2 saat sonra kalkan ve sadece Kamboçya sınırına kadar giden otobüse binmek zorunda kaldım. Türkiye’de bile otobüs yolculuklarından hiç hoşlanmayan ben, Asya’nın tuhaf ülkelerinde pek bir alışmıştım otobüs ile seyahat etmeye.
Aslında bu seyahatimde Kamboçya’ya gitmek gibi bir planım yoktu. Hani diyordum ya seyahat sırasında patika yollara sapmayı ve akışta olmayı seviyorum diye. Hayat ta bana al sana akış, al sana patika yol diye bir kaç seçenek çıkardı karşıma.
Tayland’tan Hindistan’a geçmek için Hindistan vizesine ihtiyacım var. Ben de Koh Phangan’dan Bangkok’taki Hindistan konsolosluğuna gidip başvuru yapmayı planlıyordum. Fakat Bangkok ve çevre ülkelerdeki bir çok Hindistan konsolosluğu artık yabancılara vize vermeyeceğini açıkladı bundan 2 hafta önce. Bu durumda halen yabancılara vize vermeye devam eden seçenekler arasında Sri Lanka ve Kamboçya kalmıştı. Ve ben nedendir bilinmez Kamboçya’yı gözüme kestirdim. Görünen o ki hayat beni bu yoldan geçirmeye kararlıydı.
Otobüs 5,5 saat sonra Kamboçya sınırına geldiğinde bizi otobüsten indirdiler ve sınırı yürüyerek geçmemiz gerektiğini söylediler. Çantamı ve yoga matımı alıp otobüsteki diğer insanlarla birlikte sınır kapısına doğru yürürken hayatımda ilk defa ülkelerin bir kapı ile ortadan ikiye bölünerek ayrıldığı bir sınır kapısından yürüyerek geçiyor olduğumu fark ettim. Daha önce Türkiye-Yunanistan sınırından da yürüyerek geçmiştim ama bu çok farklıydı. Çünkü, yaşayan bir şehri ortadan kesip bir kısmını Tayland bir kısmını Kamboçya yapmışlar gibi sınır kapılarında canlı bir hayat vardı.
Tayland sınırında pasaport kontrolünden geçerken vizemi 1 gün aştığımı öğrenince çok ta şaşırmadım. Artık bu vize aşma konuları bana yabancı gelmediği için Bali’de yaptığım gibi ceza ücretini ödeyerek sınırdan kolayca geçtim.
Bir kapıdan çıkıp diğer bir kapı olan Kamboçya tarafında vize işlemlerini halleder halletmez Phnom Penh’e varmak için yeni bir otobüs bulmaya koyuldum. Vize ofisinden dışarıya çıktığımda sıcak hava ve etrafımı saran bir çok insan ile bir pazarlık içinde buldum bir anda kendimi. Fakat bilet satmaya çalışan insanlar hiç güvenilir görünmüyordu. Otobüs terminaline giden ücretsiz servis olduğunu görünce onlardan birine atlayıp direk otobüs terminale gitmek istedim. Orada devlet otobüslerinden birini kolayca bulabileceğimi düşünüyordum.
Terminale vardığımda burada da aynı insanlar etrafımı sardı. Yine bir sürü acenta otobüs bileti satmaya çalışıyor ve herkes kendi otobüsünün daha iyi olduğunu söylüyordu. Fakat bunların hepsi özel şirket, ben ise özellikle devlet otobüsü almak istediğimi söyleyince Hindistan kıvamında “yes, yes” ler başladı. Hiç güvenilir gelmeyen bu “yes, yes”ler ile devlet otobüsü olduğunu söyledikleri bir bilet satın aldım. Üzerinde devlet amblemi olmadığını söylediğim bileti ısrarla ‘burası Kamboçya burada amblem yok’ diye satmaya çalıştılar. Başka bir seçeneğim olmadığı için mecburen kabul etmek zorunda kaldım.
Karnım acıkmış ve yorgun hissediyordum kendimi. Terminalde ne bir kafe, ne bir market hiç birşey yoktu. Umutsuz bir şekilde 4 saat sonra kalkacak olan otobüsü beklerken bileti satan görevli gelip otobüsün buradan kalkmayacağını onunla gidip diğer terminalde beklemem gerektiğini söyledi. Biraz kafam karışmış olsa da belki orada yiyecek birşeyler bulurum ümidiyle heyecanlandım. Benimle birlikte aynı bileti alan bir kaç kişi ile aynı otobüste terminal denen araba tamircisi kıvamındaki ufak bir kulübeye vardık. Buranın terminal olmadığını bir yanlış anlaşılma olabileceğini söylememize fırsat vermeden araç bizi bırakıp uzaklaştı. Tamirhanedeki insanlarla konuştuktan sonra buranın bir toplanma alanı olduğuna ikna olduk.
Bütün bunlar yaşanırken benim en büyük sıkıntım karnımın aç olmasıydı. Gözüm ne tamirci ne terminal hiç birşey görmeyecek kadar açtı. Çantamdaki son fıstıkları da diğer otobüs terminalinde bitirmiştim. Ve açılıktan başım ağrımaya başlamıştı. Belki yiyecek birşeyler bulabilirim ümidi ile etrafta dolaşmaya başladım.
Motorsiklet tamiri yapan ufak tefek dükkanların servis ettiği yemeklere göz gezdirdim. Yemeklerin hepsinin içinde tavuk ya da et vardı. Vejetaryen birşeyler olup olmadığını sorduğumda paran yoksa sorun değil, ücretsiz yiyebilirsin gibi birşeyler dediler. (ya da ben öyle anladım). Hiç kimse İngilizce konuşamayınca hala Tayland sınırından çeken internetim ile çeviri yaparak anlaşmaya çalışıyordum. Sonunda sebzeli bir pilav bulmayı başarınca günün şanslısı ilan ettim kendimi. Artık ne otobüs ne de terminal umrumda değildi 🙂
Normalde böyle bir yerde yemek yemek en son düşüneceğim şey iken birden sebzeli pilav bulunca duygum sevince dönüşü verdi. Karşımdaki çocuğun eline telefonumu tutuşturup fotoğrafımı çekmesini istedim 🙂 Ve afiyetle yemeğimi bitirince otobüsü beklemek için oto tamircisine geri döndüm.
4 saat geçmesine rağmen ne gelen vardı ne de giden. 5. saatin sonunda tamirhaneye bir otobüs yanaştı. İçimden “umarım bu benim otobüs değildir” diye dua ederken buldum kendimi. Hiç oralı olmayan bir tavırla telefonumda Bali fotoğraflarıma bakmaya devam ediyor ve güzel günlerimi anıyordum. Görevli tüm eşyaları yerleştirdikten sonra yanıma gelip ‘otobüsünüz hazır. Gidebiliriz’ deyince devlet otobüsü olmadığını başından beri tahmin ettiğim içinde yüksek sesle müzik çalan garip ışıkları olan otobüste yerimi aldım. Benimle orada bekleyen çift otobüse binmekten vazgeçip başka bir otobüs bulmak üzere terminale geri döndüler. Benim ise artık köşe kapmaca oynayacak halim kalmamıştı.
8 saat sürecek olan disko kıvamındaki otobüste yolculuğum pek iyi gitmiyordu. Ses, koku ve sarsıntıdan uyumak değil oturmak bile işkence haline gelmeye başlamıştı. Koridorlara, koltukların altına, üstüne eşya koydukları için adım atacak yer bulmak zordu. Molalarda üzerinden zıplaya zıplaya yürümeye çalıştığım koridorlara diğer duraklarda insanlar yerleşti. 8 saat boyunca yükler, insanlar, müzik, sarsıntı ile yolculuk ettim.
Gece saat 4’de Phnom Phenh’e vardığımda hemen bir otel bulup yerleştim. Tabii bu kısım da ayrıca zor oldu. Gecenin o saatinde neredeyse 5 katı para isteyen riksawlar (motosikletli taksi) ve onların anlaşmalı olduğu merdiven altı otellerde biraz zaman kaybetsem de temiz ve güzel bir otel bulunca hemen kendimi duşa attım. İki gün sürmüş Phom Phenh’e varmak. Kaç kilometre yol yaptım onu hiç bilmiyorum. O kadar yorgun, pis ve açtım ki açlığı bir tarafa bırakıp duştan sonra uyumaya geçtim.
Aslında buraya gelme amacım olan Hindistan vizesi için bu sabah konsolusluğa gittim. Son başvuru saatine yetişmiş olmama rağmen eksik evrak sorunları yüzünden Pazartesi başvuru yapabileceğimi öğrendim. Yarın sabah donanımlı bir şekilde Hindistan konsolosluğuna gidip başvurumu yapmayı planlıyorum o zamana kadar biraz Phonm Penh’i gezersem ayrı bir yazıda burayı anlatırım size. Yarın başvuru yaptıktan sonra vizemi bir hafta sonra alabileceğim ve bu bir haftalık zamanı değerlendirmek üzere Angkor Wat’ı ziyaret etmeyi planlıyorum.
Bu kadar aksilik, yolunda gitmeyen olaylar ile birlikte keyfim ilginç bir şekilde yerinde. Yani bütün bu yaşananlar sanki olması gerekiyormuş da ben de yazılı bir senaryoyu oynamışım gibi. Bali ve Koh Phangan’ın güzel, yumuşak, dinlendirici enerjisinden sonra bu sorunlar bana vız geldi. 2 ay boyunca kendimi nasıl şarj etmişsem artık enerjim, keyfim ve sağlığım yerinde. Yine patikalar beni farklı bir maceraya, Angkor Wat’a doğru yönlendirmişti. Hayattan daha ne isterim ki.
Phonm Penh’den selamlar